26 Nisan 2008 Cumartesi

BİLES ÖCAL İÇİN ÖNSÖZ

Doğrusu bir sanatçının başladığı yere dönmesi hiç de şaşırtıcı değil; katilin ‘cinayet mahalline’, istençdışı bir itkiyle de olsa, hep döndüğü gibi. Biles Öcal’ın portreyle başlayan (bilinen) resim serüveni yine aynı limana yanaşıyor, en azından son dönem işlerinde böyle bu. Biles Öcal’ın resmi hemen hemen tüm dönemlerinde tematik bir ‘takıntı’yı da beraberinde getirir; şişelerinde de, deniz diplerinde de durum aynıdır. Seçilen tema yenilenen olmaktan çıkıp yinelenen ve araştırılan bir görüntü olmaktan uzaklaşır ve sanatçının kurduğu, tasarladığı resimsel bütünlüğe hizmet etmek için hazır bir ‘konu’ya dönüşür. Yalnızca bu amaç için vardır. Onun içindir ki tuvalin tümünde ya da tüm tuval zemininde gördüğümüz şey, resmin (yani yinelenen konunun) kendisinden başka bir şey değildir artık. Sözünü ettiğim resimsel bütünlüğü oluşturan ışık, boya-boya katmanları ya da kompozisyon, sanatçının konusu ne olursa olsun hep bir benzerlik, yakınlık içerir biçemsel açıdan. Özellikle ışığın kullanım biçimi (yansıtma demek daha doğru olabilir) sanat tarihinin karanlık dehlizlerini aydınlatan ışıkla akraba bir anlayıştır. Çağdaş sanat ve resimdeki geri dönüşlü eğilimlerin sıklıkla bir gönderme olarak kullandıkları bu anlayış Biles Öcal’ın tuvalinde neredeyse soylu bir amaca dönüşür. Sanatçının konusu ne olursa olsun, paleti hangi renkleri içerirse içersin, hangi kompozisyonu (düzenlemeyi ya da istiflemeyi) yeğlerse yeğlesin, anlattığı ya da gösterdiği şey’i görünür kılan yalnızca ve yalnızca ışıktır. Bu anlayış sadeliği sanatçının kişisel seçimlerinin, eğilimlerinin ve kişiliğinin açık bir göstergesidir aynı zamanda ve sessizlikle eşdeğerlidir. Biles Öcal resminin başka bir özelliği de resmettiği şeyin, bir imge, bir simge ya da metafor olarak tuval üzerinde yaşamayıp bizzat nesnenin kendine dönüşme-dönüştürme isteğidir. Sanatçının daha önceki sergilerinde de görülen bu yansıtma biçimi, son dönem işlerinde de belirgindir. 2000-2001 tarihini taşıyan resimlerde kadın portreleri ağırlıklı bir yer tutar. Genellikle küçük ve orta boyutlardaki zeminler üzerine çalışılmış kadın portreleri, sanatçının daha önceki işlerinden boyasal anlamda ayrılık içermezler. Özellikle ışık ve boyanın ince’likli kullanım biçimi, neredeyse bir sır perdesi gibi yüzlerin önünde (gören ve gösteren arasında) ikinci bir katman oluşturur; bir ara katman. Kadın imgesini genellikle yüzün sınırları içinde sorgulayan ve tüketen bir tavırdan söz açmak olası bu noktada. Ne ki, Biles Öcal’ın seçtiği (gördüğü ya da gösterdiği) bu yüzleri yansıtışı, çeşitli konum ve sınıflardaki kadın imgesini yorumlamaktan çok, bildik-tanıdık kadın yüzlerine yönelen, bu yüzleri tuval üzerinde demlendiren ve bunu yaparken de biçimsel arayışlara yönelen bir tavra dönüşür. Popüler kültürün kadın-araç’larının Biles Öcal tuvalinde yer alması kaçınılmaz bir biçimde (benzerliği biraz da es geçerek) birçok soruyu da beraberinde getirir. Gündelik hayata şiddetle müdahale eden medyatik kültürün kadın imgesi ‘ressam ve modeli’ sorununa çağdaş ve günübirlik bir yanıta dönüşmekte gecikmez. Medyatik bombardıman içindeki birey-sanatçı’nın toplumdan soyutlanamaz kişiliği, modelini içinde taşıyan ressam kişiyle eşzamanlı bir yolda yürür gibidir. Sanatçı bu kültürün kadın imgesini sorgulamak ya da yorumlamaktan çok, bu kültürün nesneleri halini alan kadın cinselliğini, kendi halinde bir oluş biçimine dönüştürerek tuvalin merkezine yerleştirir. Geldiğimiz noktada Biles Öcal resminin ne soruları ne de yanıtları barındıran bir resim olduğunu söylemek olasıdır. Ama resmi araçlara dönüştürmeyen, buna izin vermeyen bir sanatçı tavrından da söz açmanın tam sırası; Biles Öcal tüm arayışını resmin kendi sınırları içinde sürdürmeyi yeğler. Son işlerinde görülen değişik malzeme kullanımı, kimi yüzey arayışları, fotokopi baskı ve teknolojik imkânların kullanımı gibi modernist eğilimler ve bu eğilimlere pabuç bırakır(mış) gibi görünmenin ardında yatan gerçek, yalnızlığını azaltma yolunda içsel bir çığlık gibidir ve başka bir söze gerek yoktur.

Son Söz

Suskunluğun ne yazık ki kültürümüzden atılmış şeylerden biri olduğunu düşünüyorum.

M. Foucault

Hiç yorum yok: