25 Nisan 2008 Cuma

SELİM İLERİ OKUMAK İÇİN 40 NEDEN

-Gecikmiş bir 40. yıl kutlaması-

1) Çünkü düşmüş bir yıldız rolünü benimsemiştir, daha ilk günden; tepedeyken. Geçkin kızlara ve yoksullara büyük bir şefkatle bağlılığı bundandır. ‘…yıldızı çoktan sönmüş hayatlarda, öyle kaç kereler, geçmişi dirilterek bizi üzen her şeyi iyileştirebileceğimizi ummaz mıyız?’ (Kırık Deniz Kabukları)

2) Çünkü entelektüel olandan hep kaçınmıştır; bu topraklara yabancı kalanlara şaşırarak. ‘İnsanlar arasında iletişim sorunları, zaten bunca karmaşık ve çözümsüzken, bir de aydınca tutumlar takınarak, gündelik hayatı içinden çıkılmaz bir hale getirmek gerçekten saçmaydı.’ (Bir Akşam Alacası)

3) Çünkü aşk üzerine hiçbir savsöz söylememiştir; aşkın ayrılık olduğunu durmadan yinelese de… ‘Bu geceyarısında, o geceyarısında, her geceyarısında, kimbilir hangi yapayalnız geceyarısında, ölüm yanı başındaymışçasına, birileri -ölüler, canına kıymışlar, anı hayaletleri- daima gözetliyorlarmışçasına; yazdıklarını, çiziktirdiklerini - kağıt parçaları, not defterleri, bloknottan kopartılmış yapraklar, buruşturulup atılacak şeyler- okuyor ve anlamaya, kavramaya, çözmeye çalışıyordu. Anı iskeletleri. Bir kadın sana kitap sallıyordu, selam yerine. Havuza doğru yürüyorsun. Manolya ağacı çok ihtiyarlamış. Bana gülümsüyordun; sanki az önceydi...’ (Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak)

4) Çünkü kendinden bahsederken bir ‘kötülük çiçeği’nden bahseder gibidir; iyiliklerini unutarak ve unutturmak isteyerek. Nefretini gizlemeden hem de...! ‘Ölüm! Bir an önce gel ölüm, beni kurtar, ölüm kardeşim olsun. Bu bomboş hayat… Sezai, konakta yetişmişken, konak yaşamasının azgına sıçtı, sikti geçti. Ben de isterdim hayatı sikmeyi.’ (Sezai)

5) Çünkü ikiyüzlülükten oldu olası tiksinmiştir; ikircikli davransa da kimi zaman…’Toplumun dışında var olmak... İlişkimizden utanıyor; Elem’i ilişkimiz, yakınlığımız dolayısıyla için için suçluyordum. İkimizi birlikte görenler, yalnızken yaşadıklarımızı, gizli hayatımızı —sona ermişti— sanki çırılçıplak görecekler ve hemen damgalayacaklar. Oysa beni ‘tek başıma’ görenler, seviciliği kondurmayacaklar, dokunulmazlığımı kuşanacağım: Böylesi garip bir mantıkla Elem’den kopuyordum… ‘Toplum’un gözü önünde iki sevgili gibi yaşamaya tahammülüm yoktu. Mahkum etmelerine, ‘kendi’ yargılarıyla atıp tutmalarına, kirletmelerine katlanamazdım… Korkunç bir okyanusta bata çıka yol alıyorduk. Sadece uçsuz bucaksızlıktı, iki yorgun gemi, iki ayrı insan, birbirine imdat işareti yolluyor. Toplum buydu, böyleydi: okyanus!’ (Yarın Yapayalnız)

6) Çünkü şiire inanmıştır daima; şairlere de. Onlardan dizeler ‘aşırdığını’ sıkça itiraf etmiştir.

7) Çünkü hem yaşamın içindedir, tüm iştahıyla; hem de büsbütün kıyısında. ‘Hüzünlü, amansız bir şeyler anlatmak istiyorum: dile getireceklerimin öyle yaşandığını sanıyorum çünkü (üstelik yanı başımda, gözümüzün önünde). İçe akıtılmış gözyaşları, sayrıl bir içlilik, karmaşık ruh süreçleri, yürekte gizli tutulmuş uçsuz bucaksız bekleyişler, nefret ve öç; kimbilir kaç kez yinelenmiş intihar girişimleri... .bunlar işte...’ (Kötülük)

8) Çünkü hiçbir zaman okurlarından gözünü kaçırmamıştır; büyük kalabalıklar içinde bile olsa.

9) Çünkü hatırlamak için yaratılmıştır, unutmayı isteyerek yazsa da tüm yapıtlarını…’Ümitsizlik insana en unutulacak, unutulması en gerekli, en acı hatıraları hep hatırlatır.’ (Kafes)

1O) Çünkü cinsellikle faşizm arasındaki ilişkiyi yazısının başucuna yerleştirmiştir, acıyla örerek ağını. İyi ki öyle yapmıştır! ‘Kurtulmak için, siyah gecenin yakama yapışmış şehvetinden arınmak için tasvirseverlerin cesetlerine koşuyordum. Zulüm ve şehvet birbirine karışmış, birbirinden sanki farksızdı. İğrentiyle arzu; yanan elin göğüslerimi okşayışıyla cesetler, kokuşan, çürüyen…’ (Hepsi Alev)

11) Çünkü hâlâ bilgisayar kullanmadan yazmayı sürdürenlerdendir. Sadakat bir yaşam biçimi, bir tutunma biçimidir onun için; yazarken ve yaşarken… ‘Daktiloyu, babam çok seneler önce Zürih'ten almıştı. Yıllardır bu daktiloyla çalışıyorum. Hayatım yazı masasının başında geçiyor. Pek televizyon seyretmiyorum. Sabah erken saatlerde başlayıp öğleye kadar yazmayı seviyorum. Özellikle evde kimse olmaması lazım. Sabah saatlerindeki çalışmamdan verim aldıysam akşamları da çalışırım’. (25. 04. 2006- Sabah)

12) Çünkü kendi olan cehennemle, başkası olan cehennemi kendinde aramayı bildi, biliyor, bilecek! ‘Kaç hayatı bir arada yaşıyoruz, her an bir başkası gibiyim.’ (Dostlukların Son Günü)

13) Çünkü ‘Kırık Bir Aşk Hikayesi’ni yazdı ve çekilmesine vesile oldu; daha ne olsun!

14) Çünkü şöyle demiştir, taşraya yöneldiği (belki en komik, en kara) anlatısında: ‘Hiçbir şey değişmedi. Darbeler, kırımlar, idamlar, katliamlarla dolu nafile geçirilmiş bir otuz beş yıl.’ (Saz Caz Düğün Varyete)

15) Çünkü herkes gibi onun da aşk karşısında eli kolu bağlıdır… ‘Yaşadığım sonsuz aşklardan yalnız ikisini ve bu aşklara karışmış bir tansığı anlatmak istiyorum. Yeryüzünde hiç kimsenin inanmayacağı bir tansıktı bu; herkes yalan söylediğimi, düşler sanrılar gördüğümü, tek başıma yaşamaktan aklımı oynattığımı ileri sürecek -kendimi savunmayacağım.’ (Bir Denizin Eteklerinde)

16) Çünkü geçmişin bir yük olduğunu bilenlerdendir; sırtlansa da bu yükü… ‘Geçmiş günlerin mektuplarını ise tek tek yok ettim. Benden geriye kimsenin mektubu kalmayacak.’ (13. 04. 2004 -Cumhuriyet)

17) Çünkü hep kimsesizliğin mevsimidir yazısı ve yaşamı; okunaklıdır da… ‘Otuz beş yıl sonra, yine sonbahar akşamı. Camgöbeği kapaklı kitabı bıraktım. Kitaplık odasında tek başımayım. Elden ne gelir? Bir şeyler düşünmeli, bir şeyler yapmalıyım. Düşüncenin kırıntısı yok. Bomboş. Uçsuz bucaksız. Deniz değil, çöl. Çölün gecesi kadar soğuk. Ne yapabilirim ki. ' (Uzak, Hep Uzak)

18) Çünkü geçmişi yazıda buldu. Geleceğin de orada olduğunu (yazik ki orada olduğunu) bilerek; yoklukta… ‘Bir an durup, yazarı... seni, şu yaz sonu akşamı, masa başındaki halini düşünecekler, yazı makinasını, lambayı, açık pencereden ışığa gelen gece böceklerini, gece sineklerini. Böyle hatırlanacaksın. Böyle anılacak, böyle var olacaksın. Ölümde. Daha bir süre. Yazdıklarınla.' (Fotoğrafı Sana Gönderiyorum)

19) Çünkü yazarak zamanı öldürüyor, zaman da öldürüyor. Başka nasıl dolar ki boşluk… ‘Bende her şey oldum bittim, sezgiyle gidiyor. Bir şeyi bütün olarak hissedebilirim, onu yazmadan önce sanki görürüm, bir film gibi seyrederim. Ama bir plan çıkaran ve satranç oynar gibi çalışabilen bir yazar tipi değilim. Biraz başladıktan sonra metin kendini alıp nereye götürürse ben de onun peşi sıra sürüklenen bir insanım. O da her seferinde başıma çok iş çıkarır. Tabii başta hesaplamadığım şeyler çıktığı için tekrar başa dönmek zorunda kalırım. Yani bir şeyin başlangıcını 30 – 40 kere yazmadan yol alamam. Fakat bir yerden sonra yol alıp hızlanabiliyorum.’ (3. 7. 2005 -Zaman)

20) Çünkü cinsiyetsiz bir yazıya doğru götürüyor onu hayat; ama aşksız değil. Ayrılıktan payına düşeni bizimle paylaşarak… 'Bizim gibiler... Kadın ve erkek: fark etmiyor: yapayalnızlar: sizi aşka götüren yolda, kim ve ne olursanız olun, sonsuza dek yapayalnız. Kadınlığınız, erkekliğiniz işe yaramaz. Aşka ya yakıp geçer, ya da sizi yapayalnız bırakır.' (Yarın Yapayalnız)

21) Çünkü okumayı koyuyor başucuna hayatın; kimi yazıyı görerek, kimi de hayatı göstererek; usulca… ‘Artık ölümü bekleyen, hiçbir zaman serpilememiş bir erguvanımız var. Ölümü beklerken çiçek açıyor. Onu bir bilgelik kitabı gibi okuyorum.’ (Evimin Balkonundan)

22) Çünkü ‘gönderdiği fotoğrafı’ çekiyor, hep! hep! Yollamak için yeniden! yeniden! bir başkasına… ‘Geçmiş elli yılın dökümünde, tarihî ve soylu bir kentin bana yansımış, bende hâlâ yaşayan öyküsünü arıyorum. O öykü unutulmasın istiyorum. Fotoğraftaki çocuk bütün bunlardan habersiz elbette. Öyleyken, gelecek zamana neden asık yüzle bakıyor?’ (İstanbul Hatıralar Kolonyası)

23) Çünkü onun yazarlığı ‘fetiş nesnesi’ ile ‘ürünü’ karıştırmayacak denli incelmiştir ve yeterincedir. ‘Kendimi yazar gibi görmedim hiçbir zaman- sürekli yaptığımız bir şey vardır; kendimizden yola çıkarak yazarız, öykü ya da roman olsun diye ona isim takarız.’ (3. 7. 2005 -Zaman)

24) Çünkü ‘…evler birer küçük cezaevidir,’ diyebilecek kadar tutuklu ve tutkuludur! (Cumhuriyet Kitap –Şubat 2006)

25) Çünkü sınıfsız bir dünya özleyenlerdendir; aşk için olsa da! ‘Sınıflar devam ettiği sürece ister lezbiyen aşk olsun, isterse toplumların normal kabul ettikleri türden aşklar olsun, dünyada o aşklara sınıfların gölgesi düşecek diye düşünüyorum. İnsan ne kadar inkar ederse etsin kendi sınıfının değerleri bir hortlak gibi karşısına çıkıyor.’ (Kaçak Yayın, Haziran-2004)

26) Çünkü eşyasız yolcusu sayılır hayatın, elinde her zaman bir çanta olsa da; giderken dönmek içindir, kıyısızdır… ‘Önce götüreceğin eşyayı hazırlayacaksın. Gelip geçici bir gezi değil bu. Bütün günler düşündün, neleri alıp neleri bırakacaksın. Burada, bu kentte yaşanacak günler daha... aylar, yıllar daha. Olmadığını biliyorsun. Severdin bu kenti. Artık tanımadığın kent, yabancı, yapış yapış. Kimseye haber vermene gerek yok. Kimse telaşa düşmeyecek. Bir yersiz yurtsuz gibi gitmelisin.’ (Ada, Her Yalnızlık Gibi)

27) Çünkü değiştirmek dileği değil de nedir bu, insanı ve dünyayı? ‘Yaşanan savaşlar, yoksulluk ve hastalıklardan kaynaklanan dramların olduğu dünyada, bunlara iyilik getirmek yerine herkes hâlâ birbirine karşı kendi kötü benini öne çıkarmaktan başka bir şey yapamıyorsa, yalnızca bu sebepten dolayı dünyayı sevmediğimi söyleyebilirim.’ Çünkü ardından şunu da söylemiştir; iyi ki de söylemiştir: ‘Ancak kavgam insanlardan çok, dünyayla ilgili’. (Cumhuriyet Kitap –Şubat 2006)

28) Çünkü an’ın bile eskimesine burkulur yüreği; sevdiği bir öyküyü okurken ‘ezberden’, gözünün yaşarması bundandır. ‘İnsanlar, hayat, ilişkiler, her şey günübirlikmiş, bu kadarcıkmış. Kumda yürürken, merdiveni çıkarlarken, zakkumların cılız çiçeklerini pembe-beyaz bir renk şeridiymişçesine gördüğünde…-bu plak çok eski, bu şarkı çok cızırtılı!’ (Yalancı Şafak)

29) Çünkü yakın tarihin izini sürmüş ve yazısında izi kalmıştır, ölümlerin. ‘Sanki bir cehennem trenine binmiştim, bütün ölüm duraklarından geçiyorduk.’ (Kapalı İktisat)

30) Çünkü karanlıkta kalmasını istemez gibidir hiçbir şeyin; geçtiği yolları taşlarla imleyerek döner, dönerse… ‘Anılar bütün çıplaklığıyla anlatılabilir mi, bilemiyorum; insan biraz da kendine yontuyor galiba. Orada anlatılanlar bazı kişileri üzmüş olabilir, ancak ben onları toplumsal hayatımıza ışık tutması amacıyla yazdım.’ (MEB Dergisi- 2004)

31) Çünkü yaşını hep hatırlayarak (artık), hiç unutmadan geçen zamanı; geç kalmış bir genç gibi tutkuyla bugüne bakıyor. ‘Karmakarışık bir ortamda yol alındığına bakılırsa, şehrin mimarisi konusu o günlerde de tehlike çanlarıyla donanmıştır. Mezarlıklar, harabeler, yangın enkazları... Daha da ilginci, İstanbul'un silinip giden özlü semtlerle, yeni yeni mahallelere, üslûpsuz binalara, yok edilen yeşillik ortasından geçmiş sözümona büyük, geniş yollara açılıyor olmasıdır. Bir bakıma günümüzünkine benzer bir görünüm.’ (İstanbul Yalnızlığı)

32) Çünkü o olmasaydı bir tedirgin daha silinecekti külliyatımızdan; eksik kalacaktı olmanın yaban hali. ‘Hele güzün büsbütün güzel olurdu ortalık, kızıl yapraklar kaplardı her yanı. Mermer masalarda birer kan lekesi gibi düşerlerdi. O zaman dayanamaz; elinde gülünç çantası, soluk lacivert yağmurluğuna bürünmüş, korkak bakışları kara camlı gözlükleri gerisine saklanmış, boynu bükük girerdi içeriye. Çardağın altına, eşiğe dizilmiş sandalyelerden birine çökerdi, birisi tanıyacak, yamacına gelip söyleşecek diye ödü kopardı. Deli deli çarpardı yüreği.’ (Hüzün Kahvesi)

33) Çünkü yoksulluğun ve yoksunluğun nefretini biriktiriyor, gözyaşı şişesinde; onun için bu dinmeyen sızı. ‘Çünkü Köprü'yü geçer geçmez, cami avlularından tek katlı fakir evlere, bozgunlardan çıkagelmiş kılıç artıkları öbek öbek üşüşüyor, bitkin halleri, pejmürde kılıkları ve yalnızca açlığı söyleyen bakışlarıyla o kılıç artıkları, payitahtın hâlâ varlıklıca kalmış insanından daima merhamet dileniyordu. Aralarında ağır yaralılar, inleyenler, koltuk değneğiyle yürümeye çalışanlar, sargılarında kan lekesi görünenler, elleri titreyenler vardı.’ (Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver)

34) Çünkü baştan kara bir gelecek onunki, sonu bilinen bir oyun gibi; umarsız. ‘Hep mağlup olmak bu hayatta. Aşkta kaybetmek, yoksul kalmak, hayallerine kavuşamamak... Dostluğu bir martıda yakalamak, insanlarda değil. Türküsüz kalmak acımasızlıkların tam ortasında. Kaçmak... şehirden, ülkeden gözü arkada kalarak kaçmak... Coplandıktan sonra çocuğunu düşürmek kanlar içinde... Bir cumartesi umutlarla girilen bir kapıdan, yapayalnız çıkmak...’ (Cumartesi Yalnızlığı)

35) Çünkü ıssız adasını gittiği her yere götürüyor; yazı ve hayatın kardeşliğine tutunarak kalıyor ayakta. ‘Toplum’un gözü önünde iki sevgili gibi yaşamaya tahammülüm yoktu. Mâhkum etmelerine, ‘kendi’ yargılarıyla atıp tutmalarına, kirletmelerine katlanamazdım… Korkunç bir okyanusta bata çıka yol alıyorduk. Sadece uçsuz bucaksızlıktı, iki yorgun gemi, iki ayrı insan, birbirine imdat işareti yolluyor. Toplum buydu, böyleydi: okyanus!’ (Yarın Yapayalnız)

36) Çünkü ikinci ve belki de en tanınmış romanı ‘Her Gece Bodrum’ için şöyle demiştir; ‘Hayatla kirlenmemiş bir roman diyeceğim geliyor. Ya da, hayatla yeni yeni kirlenmeye başlamış.’ (Adsız Yazı)

37) Çünkü romanımızın en acı ve en unutulmaz düğün sahnelerinden birini yazmıştır ‘Yarın Yapayalnız’da, düğünlere gitmenin bedelini ödeyerek; bile bile, çok önceden… ‘Düğünler yaşanıyor. Gelin güleryüzle iniyor merdivenlerden. Çocuklar geziniyor ortalıkta. Kadınlar aynalarda yapılı saçlarını düzeltiyorlar. Düğün pastası kesiliyor. Ben hiç düğünlere gitmiyorum.’ (Gelinlik Kız)

38) Çünkü insanın cennetiyle cinnetinin birarada olduğunu görmüş ve de göstermiştir; dipte de, dorukta da. ‘Zaaflar başkasıyla paylaşılır, ama iktidar başkasıyla paylaşılmaz.’ (Akşam Kitap -Ocak 2007)

39) Çünkü okuduğu gibi yazmış, yazdığı gibi okumuştur hayatı ve her şeyi; kendine de bakarak. ‘İnsan kendisinden yola çıkıp hikâye yazsa bile, onu kendisi gibi değil, bir hikâye kahramanı olarak görüyor.’ (Cumhuriyet Kitap –Şubat 2006)

40) ‘Bu çirkin dünyada annemi çok özledim.’ demiştir.

Başka söze gerek var mı?

Hepsi bu!

Hiç yorum yok: