26 Nisan 2008 Cumartesi

KISA ÖYKÜ İÇİN; KISA…

Öncelikle, öyküde sözcük ekonomisinin, kısa öykü yazmakla, hatta kısa çok kısa öykü yazmakla bir ilişkisi olduğunu düşünmüyorum. Birçok yazınsal tür için de durum böyle… Öyle olsaydı, yazılı tüm metin biçimlerinin tanımı çok kolay olurdu. Doğaldır ki, kastedilen sözcük sayısı değil! Ama sınır ve zemin, ölçülebilir bir uzamı da tanımlamayı öngörüyor: Tuval resminde olduğu gibi. Ölçü yalnızca bir zemin olmakla kalmayıp, sınırınızı da belirleyen bir mekana dönüşüyor orda. Sihirli sözcük geldi işte; orda!

Bir şiirimde kağıdın büyük bir boşluk olduğunu gevelemiştim, kalp gibi!

Boşluğun dolma olasılıkları bir matematik sorunsalı gibi, sonsuz denklemleri içeriyor. Bu sonsuz ve sonuçsuz (nerdeyse uçsuz bucaksız) denklemler arasında yitip gitmektense, okurun yadırgayacağını öngersek bile, bir cesaret göstermek zorunlu; metin kendini yazdırdığında… Sınırlı sayıda sözcük, birkaç satır ya da birkaç pragraftan oluşan bu öyküleme biçimi pek yaygın olmayan bir tarz bizde. Bizden Ferid Edgü ve dışardan da Thomas Bernhard’ın çabalarını ilgiyle izlediğimi, hatta yüreklendiğimi söylemeliyim.

Nerdeyse şiirsel metin olmaya aday görünen ama bir yanıyla da öykücükler barındıran çalışmalarımı ‘Hayat Siyah Ölüm Beyaz’ adıyla kitaplaştırdığımda, türünü adlandırmakta hayli zorlanmıştım. ‘Kısa, çok kısa öyküler’ gibi bir tanımı uygun gördüm.

Bu metinlerin yazımının değil, alımlanmasının sorunlar doğurduğunu gördüm, kimi zaman. Yerleşik öykü anlatma teknikleri, kestirmelerden çok, betimlemeleriyle bir ön yargı oluşturuyor okurda. Bunu kırmak, yerine ayrıntılardan arınmış, daha imgesel ve şiirsel bir anlatımı önermenin güçlüklerinden söz edilebilir, bana kalırsa. Boşlukları okurun dolduracağı, yaratıcı bir okumayı gereksiniyor bu tür metinler. Yazan kadar, okuyanın da güçlüklerle boğuşacağını, boğuşmak zorunda olduğunu söyleyebilirim yalnızca.

Gerisi sır!

Hiç yorum yok: