26 Nisan 2008 Cumartesi

GÖZ VE GÖRÜNEN ARASINDAKİ “O ŞEY” VE “ŞEYLER”!

İbrahim Çiftçioğlu 2002 yılında ürettiği işlerin hemen hemen tümü yine belli bir temayı içeriyordu. Uzun soluklu serilerinden tanıdığımız Çiftçioğlu”u yeni işlerinde yüzeyi zaman zaman zemin olmaktan çıkaran bir eğilimle, bildiğimiz renkçi ifadesinden de yer yer uzaklaşarak, çoğu büyük boyutlu tuvallerde, belli bir akış izleyen renkli konturları şeffaf bir düzenlemeyle sunuyor. Bilinen Çiftçioğlu resimlerinin yerleştirme ustalığından güç alan bu işlerin yeni bir bakışı, yeni bir okumayı öngördüğünü de söyleyebiliriz rahatlıkla.
Zeminde yer alan nerdeyse panoramik diyebileceğimiz leke düzeni, çağrışıma açık bir anlayışla söylersek izlenimci tatlar da barındırıyor. Karanlık atmosferlerin yoğunluğuyla dikkat çeken bu görünümler daha çok ışığın varlık kaynaklarını araştırma çabalarına da karşılık düşüyor. Ne ki resmin birinci katmanını oluşturan bu büyük yüzeyler sanat tarihinin kimi düzenleme anlayışlarıyla hesaplaşılan bir zemine dönüşmekte gecikmiyorlar (ya da biz bu sanıya kapılıyoruz). Belli bir aydınlamadan yoksunluğun izlerini taşıyan bu alt zeminler, karanlık çağın yeniden yorumlanmasına denk düşen bir görünümün anlatım araçlarını oluşturmaya yönelik bir dil arayışı olarak da yorumlanabilir. Böylece izlenimin ifadeye, dışavuruma yöneldiği bir ortak zeminden söz edilebilir artık. Geçmişin değerleriyle hesaplaşan sanatçı kendi diline ve çağının diline yakınlaşma yolunda da bir adım atmıştır diyebiliriz. İşte tam da bu noktada İbrahim Çiftçioğlu”nun kendi resimsel diline eklemlenen yeni bir ifade aracını devreye soktuğunu görmek gerekir.
Kimi dönem resimlerinde sıkça görülen süslemeci anlatım dilinden de yararlanarak ve bu dili çokça da damıtarak, yeni çizgisel bir deneye girişir İbrahim Çiftçioğlu. Bu çizgisel devinim, anlamlandırmaya çalıştığımız yüzeylerin tam da üzerinde yer alarak okunması, anlamlandırılması gereken ikinci bir katmanı oluşturur. Anlamlandırılması gereken bir form olarak düşünüldüğünde, zemin üzerinde büyük yer tutan bu çizgisel formların damla çağrışımı yaptığını söyleyebiliriz ilk elden. İçi boşaltılmış bu çizgisel formların belli bir yönde akışı (yerçekimine uygun olarak yukarıdan aşağıya) tuvallerin yanyana duruşuyla belli tartım da kazanır. Hareket kaynaklarının çoğunlukta tuvallerin bütününü kaplıyor olması, görenin gösterene dönüşme işaretlerini de verir. Zeminde görülenleri okuyan bir gösteren olduğunu da varsayabiliriz. Yani sanatçının bir gösteren olarak gördüğüdür diyebiliriz bu resimlere. Ne ki damlaların bir zemin olarak aşağıya doğru akışı, dünyaya bakıştaki kimi duyusal ve tepkisel eylemleri okumaya yönelmemizi de sağlar böylelikle. Sanatçının karanlık ve dar zamanları gören bir adam olarak portresi midir okumaya çalıştığımız şey? Damlalara yeni bir ad verebiliriz artık. Göz ve görünen arasındaki “o şey”: yani Gözyaşı. Sanatın temel araçlarından biri sayabileceğimiz hayal gücünden uzaklaşarak gerçekçi bir okumaya, bir durum tespitine yöneldiğimiz kuşkusuna kapılmak gereksiz bu noktada. Çağımız sanatçısının anlatım araçları ve teknikleri her ne kadar gerçekçiliğin tuzaklarını içinde barındırıyorsa da zamanı ve dünyasal gerçeği algılama araçlarımız hala aynı. Gören ve gösteren arasında narin çizginin giderek kırıldığını, tek elde toplandığını görmek acı olsa da, her iki kimliğin sanatsal bir zeminde birleşiyor olması yine de umut verici. Tam bu noktada İbrahim Çiftçioğlu”nun yeni işleri duyusal, duygusal ve tepkisel tatlar barındırıyor olsa da, hayal gücünün akılla düz
enlendiği çağımız sanatına eklemlenen yenilikler hanesinde yer tutuyorlar.
Üstelik çoğu 2002 tarihini taşıyan bu işlerinde Çiftçioğlu şimdiye dek bilindik bir biçimde, toplumsal bir bakış çerçevesinde anlamlandığı dünyayı, bu kez daha bireysel bir bakışa doğru yönlendirir. Gündelik yaşamın sıkışmışlıkların hiçbir biçimde ifade bulmadığını söyleyebileceğimiz bu tuvallerin derininde başka gerçeklikleri okumak olası mıdır? Bence evet. Bugüne dek sanatçı sorumluluğu ve belli bir duruş zenginliği içeren tavrıyla da dikkat çekmiş bir sanatçı olarak, yine belli bir tema ve konu üzerinde yoğunlaşsa da, kendi kişisel tarihinden izler bırakır son işlerinde ve bu izleri sürmek bize kalır. Bir doygunluk hissi yaratmak için seçilmemiş oldukları açıkça belli olan kimi formlar (örneğin; bulut, gözyaşı, ateş vs.) izi sürülecek şey”leri simgelerler. Tümü belli bir kıvam sonrasında, dayanma noktasının inceldiği yerden sonra birer dönüştürücü boşalımı imleyen bu formlar, alışılmış ve kalıplaşmış toplumsal içerikli söylemlere de bir yanıt gibidir aslında. Toptan yadsıyıcı bir tavrı kendine tuzak sayan bir yaratıcının, kendi yapıtı ve sanat tarihiyle uzlaşmanın ötesinde, yeni kodlar ve şifreler üretimine örnekler oluştururlar.
Zaman zaman zemindeki leke düzeninin, zaman zaman da zemindeki düzenlemenin başrole soyunduğu, rastlantısal tatları da yok saymayan bu Çiftçioğlu imzalı yeni işler araştırıcı bir çalışmanın ürünleri. Gören tarafından da yeniden üretilmesi, farklı biçimlerde okunması gereken işler. Öncelikle kasıtlı bir tekrarı öneren, içine girildikçe ya da tam tersi daha da uzaklaştıkça yakınlaşılan bu düzenlemeler tuvalin gündemini sorgulamayı da önerecektir size. Sanatçının yalnızca gösteren olmadığı bir öneridir bu. Gören ve gösterenin sıklıkla yer değiştirdikleri bu post-rontgenci dünyada başarının artık dert anlatmaktan çok, yapı kurmak olduğunun ayrımında olanlar için, yeni bir şey olamasa da bu söylediklerim, Çiftçioğlu”nun yeni işlerinde öne çıkan bir tavır. Bu tavrın açık göstergesi ise bir tek tuvalde gösterilecek şey”in çoğalarak şeyler”e dönüştürülmesidir. İnceliğin çoklukta gizli olmadığını biliyoruz. Bilmediğimiz şeyler”deki gizli incelikler.

SON SÖZ

Hume”a göre bizi hayal gücünden kurtaracak olan şey, tam da hayal gücünün bir başka çeşitlemesi olan akıldır ve bu yüzden de hayal gücü, hayal gücü adına reddedilmelidir.

Eagleton

Hiç yorum yok: