25 Nisan 2008 Cuma

KİMSESİZ BİR YOLCULUK


Kuşkusuz Selim İleri edebiyatımızın en özgün yazarlarından biri. Yalnızca yazınsal yaratısının verimliliğinden kaynaklanmıyor bu; çeşitli türlerde ürün vermesi (öykü, roman, anı, deneme, inceleme vs.), hayli üretken bir yazı yaşamının olması (bu türlerde yazdığı sayısız kitap) da değil sanırım asıl neden. Bence Selim İleri’yi eşsiz kılan nedenlerin başında, bu denli yazın içi kalması ve bunu belli bir okur kitlesine kabullendirmesi geliyor.

Yazınsallığı yalnızca kendi yapıtının başköşesine oturtmakla kalmayan bir tutum söz konusu; yapıtlarındaki birçok kahraman geçmiş edebiyatımızdan ya izler taşırlar, ya da bu büyük edebi verimden haberdardırlar. Bir okur olmakla kalmayıp yazının içinde kendine yer bulan, ancak böyle soluk alabilen kimliklerdir İleri’nin yarattığı kahramanlar; kâh yazardan izler taşırlar, kâh seçici bir okur olarak yazarın, geçmiş edebiyatımızdan derlediği kimliklerle özdeşleşirler.

Kurmacanın ve yaşamın iç içe geçmişliğinin de İleri’nin özgünlüğünde önemli bir payı vardır. İlk öykülerinde ve ilk romanından başlayarak gözlemleyebiliriz bunu. Bu da yazınsallıkla ilintilidir doğal olarak. Yaşamdan ve yakın çevresinden gözlemlediklerini (çoğunlukla aydın kesimdir gözlemlenen) yazmakla kalmayıp, dünyayı değiştirmek savındaki tutumlarını, bireyliklerini (olmamışlıklarını/olamamalarını), kaçışlarını tasvir etmekle kalmaz, onları yapıntı ve kurmaca bir dünyada, birer edebi kimlik olarak yeniden yaratır.

Üstelik yapıtının önemli bir bölümünde oluşturduğu karakterlerle, romanımızda az görülen sapasağlam, kanlı canlı kişiliklerdir. Bu kimlikler toplumsal ve bireysel savrulmalar arasında gidip gelirler ve de derin bir ayrıntı zenginliğiyle oluşturulmuşturlar. Daha ilk romanından başlayarak roman kahramanlarını öyle yaşar kılmıştır ki, onların kurmacaya hizmet ettiklerinden kuşku duyulmuş ve gerçek kimlikleri arana gelmiştir. Yusuf’tan İrene’ye değin uzanan veriminde Belkıs, Süha Rikkat, Handan Sarp ve Elem gibi sağlam karakterler İleri’nin ilk elde akla gelen kahramanlardır. Üstelik bu kahramanlar yazarın düşüncelerinin aracılığını üstlenen ‘karton’ kişiler değil, yazarın yaratırken bir kez daha acılarını paylaştığı, dünyayla sorunu olan kişilerdir; ortak acıların yaşandığı, kurmacadan ileri atılmış bir adımla uçurumdan (nerdeyse düşecek) sınırda ve kırılgan kimliklerdir. Yazar tarafından yazılmış değildirler sanki; yazara kendilerini yazdırmış gibidirler. Yazar yazarak kurtulduğu gibi, kahramanları da yazılarak kurtulacak(mış) gibidirler.

Duyarlılık onun yazısının ayırt edici özelliklerinden biri gibi görünse de, yaygın kanı bu olsa da, asıl özelliği gözlem gücü, keskin mizahı ve aşkla cinsellik arasındaki çetrefilli ilişkiyi ifade edişidir ve çok daha önemlidir. İnsanı belirleyen, oluşturan koşulların sonuçlarıyla ilgilenmektense insanın halleriyle ilgilendiğini söylemek doğru olur sanırım. Ütopik bir düşünsellik barındırmaz İleri’nin yazdıkları; insanın daha az acı çekeceği, daha az ayrılık ve gözyaşı dökeceği bir zamanı düşler gibidir. Toplumsal ve sınıfsal kimliklerin dayatılmadığı bir gelecek tasarımı da diyebiliriz.

Çoğu romancı gibi o da kahramanları aracılığıyla (daha doğrusu onlarla birlikte) şu acınası dünyamızda, daha rahat soluk alınacak güzel ve uzak bir geleceği aramaktadır. Alabildiğine karanlık, kıyıcı, baskıcı toplum düzenine bir haykırış olarak ta okunabilir İleri’nin bütün verimleri. Yaşlı, yıpranmış ve çökemeye yüz tutmuş şu dünya, insanın iç yüzünü oluşturur biraz da. Bu köhnemiş dünyanın, yaşayarak bize (bir kez daha) öğrettiği ölümcül yalnızlığın günlüğünü tuttuğunu düşünüyorum İleri’nin. Acı ve dayanılması zor bir yazı onunki; gerçeğin karanlık yüzüne yapılmış kimsesiz bir yolculuk belki de.

Hiç yorum yok: