25 Nisan 2008 Cuma

KAYIP OTOBEN

O galiba ilk kez bir Kadıköy akşamında karşıma çıktı. Teşvikiye’de yaşadığım zamanlardı; haftada bir gün (pazartesi) karşıya geçiyor, yazar çizer dostlarımla buluşup birkaç kadeh içiyor, geceyi de annemi ziyaret ederek sonlandırıyordum. Yine böyle bir geceydi. Masanın ucuna, kızıl sakallı bir genç ilişti; ‘şiir yazıyormuş, çoğumuz gibi’. O zamanlar ben kitaplı, az buçuk tanınmış ve ilk kitabıyla ödüllendirilmiş bir şairdim. Kitabımı çok sevdiğini söylemişti ve galiba her şey böyle başlamıştı!

Çok sık görüşür olduk sonraları. Pazartesi toplantıları (iki sayı süren) eski’Z’in çıkışına zemin hazırladı. Şenol Yorozlu, Engin Turgut, Ertan Mısırlı, Fikret Tunçer, Cenk ve benim çabalarımla kotarılan dergi hayli ses getirdi o dönem ve hala da unutulmadı. Çatısını benim kurduğum ve Nazlı Ongan’ın büyük emeği geçen eski’Z’e Cenk’in de büyük katkısı vardı; adı hep onunla birlikte anıldı, iyi de oldu. Tutunduğu bir daldı, tutunamadığı bu dünyada. Yaşamı onun için katlanılır kılan şeylerden biriydi, alkol dışında.

Elinde hep bir rakı kadehiyle yaşadı, yaşamak denirse buna. Sevgileri, nefretleri, aşkları, evlilikleri, şiirleri, hırçınlıkları, sessizlikleri, yazmadıkları, yazamadıkları, hayranlıkları, oyunbazlıkları, küskünlükleri, işsizlikleri, suçsuzlukları, inişleri, çıkışları hep alkol merkezliydi. Baudelaire’in ‘İnandım, ah alkollere inandım!’ dizesinin bir karşılığıydı yaşamı.

Eski’Z sonrası ben askere gittim. Döndüğümde yine sık görüştüğüm insanlardandı. C Yayınları’nı kurdu, birkaç kitap yayınladı. Hayli çalkantılı bir dönemimde, Moda’ya taşınmam sırasında hep yanımda oldu. Hala yaşadığım bu evde, şu satırları yazarken bile elinde kadehiyle berjerlerden birine kurulmuş, rakısını yudumlayan bir hayalet gibi düşlüyorum onu; birazdan dolaptan buz almaya gidecekmiş gibi! Bu evin alt katında ona küçük bir sahaf dükkanı bile açtık. Taşınmam sırasında yaşamımın en büyük kitap kıyımını gerçekleştirmiştim; yeni bir sahaf için iyi malzemeydi. Ama yürütemedi. O küçük sevimli sahaf kısa zamanda bir içki evine dönüştü.

Ailesinde yaşanmış yıpratıcı sonlar, yaşamını belirleyen kimi takıntılar oluşturmuştu onda. Yaşamla ölüm arasında gezinen bir derviş gibi suskundu kimi zaman, kimi zaman da bir militan kadar hırçın ve ataktı. Hep yaşamın kıyısında, hep intihar edecekmiş gibi yaşadı; ‘en iyi fotograf akılda çekilendir. Yaşadım mı?’

Yaşamla ölüm arasındaki ince çizgi, uzun bir intiharı da beraberinde getirecekti; usul usul ve azar azar yitmek. Şiiri de bundan payını aldı. İnişli çıkışı bir yolda, elinde kadehiyle kalemi yan yanaydı. İkilemler üstüne kurdu şiirini; var oluş ve yok oluş temel izlekler oldu yazdıklarında;

ıÜüSusuşlarım var, kapandığım gizde, dize gelmeyen dil,
sandığına terkedilmiş ve unutulmuş nankör anlarda
kendi düşüne bilenen gerçeğim var!

- Hiçbir şeyim yoktu benim, herşeyimi çaldılar!’

İlk kitabı Otoben (1993) çıktığında belli bir kesim tarafından ilgiyle karşılandı. Biçimsel denemeleri ve arayışları dikkat çekti. Gösteri dergisinde ‘Yitik Ruhlar İçin Masal: Otoben’ başlıklı bir yazı yazdığımı anımsıyorum. ‘Cenkleri kendine yetmiyor mu?’ demişim o yazıda. Evet, yetmiyordu. İkinci kitabı Yüz’de Yüz’ün yayınlanmasına da ben önayak olmuştum, editör olarak (1996). Mustafa Horasan’ın desenleri ve Savaş Çekiç’in tipografik yorumlarıyla birlikte yayınlanmıştı. Sonkişot’u çıkardığı zamanlarda daha az görüşür olmuştuk. Sona Veda adında bir kitap daha çıkardı sonraları. Vedasını ilan eder gibiydi. Dediğini yapdı da. Uzun zamandır görüşemiyorduk. Başka bir şehre yerleşmişti. Kayıp bir otobanda süratle yaşamaya devam ediyor diye duyuyordum. Beklenmedik bir anda karşınıza çıkabileceği gibi, beklenmedik bir anda yitmeyi de bilenlerdendi;

Erken öleceğim ciğerlerime sindirdim
son nefesime kadar doldurdum gövdemi
bazen hoyrat tüketip kendimi azdım,
son sözümdür: Elimden geleni yazdım!

Yüz’de Yüz’ü bana imzalarken şöyle yazmış; ‘Yazdıklarımı unutma, atmadıysalar al.’ Ardından kitapları ve birkaç solmuş fotograf kaldı bende. Son yazdıklarına ulaşmak ve onların yayınlanmasına katkıda bulunmak isterim. Atmadılarsa! ve bana ulaştırırlarsa sevinirim.

Kitabe-i Ceng-i Mezar şiirinde dediği gibi ‘yola çıktığında yoldan çıkmıştı’ ve mezar taşı ‘-Y A Z I S I Z-‘dı.

Hiç yorum yok: